16 Nisan 2012

Kısa bir maraton hikâyesi

15 Nisan pazar günü Rotterdam Maratonu'na katıldım.
Yarış öncesi
7 aydır düzenli antrenman yapıyorum. İş hayatının, uyku zamanı hariç, günümün yarısından fazlasına yayıldığı bir dönemde, çoğunlukla uyku ve sevdiklerimle vakit geçirme zamanından fedakarlık yaparak haftada 4 gün antrenman yaptım (tam 95 saat etmiş yarışı da dahil edince). Hedefim Londra Maratonu'ydu fakat bu yıl da kurada şans benden yana değildi. Ben de tam doğum günümde Rotterdam Maratonu için kayıt yaptırdım.
Yaklaşık 8 yıldır uzun mesafe koşu antrenmanları yapıyorum.
İlk defa bu yarış için kendimi çok kastırmadan, süreçten keyif alarak bir hazırlık dönemi geçirdim. Her şey yolunda gidiyor derken mart sonunda dizimde bir sorun oluştu. Doktor, "seni koştururuz, herhalde" dediğinde hem sevindim hem de biraz işkillendim, sondaki "herhalde" işin bir garantisi olmadığını gösteriyordu.




Bardağın her zaman boş kısmını görebilen bir insan olarak tabii ki endişeleniyordum, bu endişenin bir işe yaramadığını da bilmeme rağmen... Sonuçta yarış günü çıkacak ya koşacak ya da koşamayacaktım.
Rotterdam...
Daha iyi bir hayat olasılığının varlığından elbette haberdarım, bilindik turist yanılgılarının da farkındayım, fakat -bardağın boş tarafından bakan birisi olarak- huzursuzluk verici bir umutsuzluk hissettim. Bisiklet yolları, toplu taşıma organizasyonu, trafik düzeni, insanlar... Neyse, belki de hepsi turist yanılgısı...








Yarış
Rotterdam nüfusu 1 mn civarı, kozmopolit bir şehir, genç nüfus çoğunlukta ve müslüman bir belediye başkanı tarafından yönetiliyor.
Nüfusun genç olduğu, yarış boyunca yolun sağında ve solunda dizilmiş, ellerinde pankartlar (çoğunda destek mesajları, isimler vs yer alıyor) 6-7 derecede 5 saat boyunca dikilen teyze ve amcalardan belli oluyor. Bazılarını yarışın farklı noktalarında defalarca görüyorum, bizi takip edebiliyorlar çünkü trafik kapalı ama bisiklet yolları açık!
Yarış benim için tedirgin başlıyor, normal hızımın altında başlıyorum, dizimin durumu ya yarışı bırakmama yol açacak ya da yol boyunca acı çektirecek... Bir süre sonra, az önce bahsettiğim kalabalık ve neredeyse her 5 km'de bir yerleşmiş müzik yapan gruplar dikkatimi dışarı döndürmeyi başarıyor. Dizimin ağrısını unuttuğum noktada yarışı bitirebileceğimi farkediyorum.




5-10-15-20-25-30-35 km'ler boyunca dizimdeki sıkıntı varlığını hatırlatıyor. 22. km'den sonra artık geri saymaya başlıyorum: 20 km kaldı, 19 km kaldı... Çünkü 30. km'de olduğunu düşünmek yerine geride kalan mesafeye odaklanmanın bana daha iyi geldiğini fark ediyorum. 35. km'de yarışı en iyi derecemle bitirebileceğimi düşünerek biraz yavaşlıyorum, bunda sakat olan sol dizime yüklenmemek için ağırlığımı verdiğim sağ dizimin isyanının da rolü var elbette (bir yandan da kendime kızıyorum, "maraton herhangi bir şeyi garantilediğini düşünebileceğin bir süreç değil, her an her şey olabilir".) Kulağımda hayatım boyunca bana eşlik eden Pink Floyd, Marillion, Counting Crows, Rush, Sting (The Police), EST, Elbow gibi gruplar da bana destek oluyorlar, bir kez daha...
37-38. km'lerde biraz enerji ihtiyacım var, çünkü 40'tan sonra, son iki km'yi gülümseyerek koşmak istiyorum :) Yardımıma "you run we banana" yazılı kartonlar taşıyan ve tahmin edileceği gibi muz dağıtan bir gönüllü ekip yetişiyor. Muzu büyük bir mutlulukla tüketiyorum, köşe başında küçük çocuklar bu kez portakal dilimleri uzatıyorlar, onlara da bir beşlik çakıp portakalı da bitiriyorum, son iki km'ye hazırım.
Son iki sorunsuz geçiyor... Yarış başında bizi uğurlayan kalabalık aynen duruyor (4 saattir bekliyorlar). Hemen önümde yol boyunca sürekli alkışlarla, enerji içecekleriyle desteklenen genç bir kadın koşucu var, babası ya da bir yakını son 3-4 km boyunca onun yanında koşarak moral veriyor, yarışı bitirmesi için psikolojik destek sağlıyor. Varış noktasını alkışlarla geçiyorum. Kendi en iyi zamanımı koşuyorum, buraya gelirken yaşadığım süreç yeterince tatmin ediciydi bu da onun yan ödülü oluyor. Organizasyon saat gibi işliyor, ilk adımda madalyamı boynuma geçiriyorlar, bir görevli kadın koşuculara gül hediye ediyor, üçüncü adımda orta yaşın üzerinde amca ve teyzeler rüzgârdan etkilenmeyelim diye sırtımıza beyaz muşambalar geçiriyorlar...




Sonrası...
Maraton sırasında yaşananları, insanın aklına gelenleri kâğıda dökmek çok kolay değil, ortaya tutarlı bir metin çıkarmak da mümkün değil zaten. Bu sürecin içinde olmak, fiziksel ve zihinsel hazırlığı, yolculuğu, yarışı ve sonrasıyla kendiniz hakkında bir çok şeyi yeniden keşfebileceğiniz değerli bir tecrübe sunuyor. Dünden kalan ufak tefek ağrı ve sızılar o anki düşüncelerimi ve duygularımı canlı tutmama yardım ediyorlar...
Şu anda önümde bir gün daha dinlenme zamanı var, sonrasında yeniden ev, iş, ev, iş...





13 Nisan 2012

Orada kimse var mı

Son 6 ayın özeti aşağıda. Bakalım ne olacak.

Bu arada evet, uzun bir süre sonra ses vermek istedim. Merhaba dünya!