27 Ağustos 2011

Koku mu ses mi?

"Koku"nun en temel duyu olduğu söylenir. Proust'ta, Suskind'de (ve diğer bir çok yazarda) insana dair, derinlerdeki dürtü ve duyguları harekete geçiren arkaik bir olgu olarak karakterler koku duyusuyla kendi hikâyeleri içinde yüzleşirler.
Kendi tecrübem biraz farklı (insanın kendisi hep farklıdır zaten (!)). "Ses", kendimi tanımaya çalışmak, geçmişimle olan bağları gözden geçirmek ve bu bağları anlayabilmek adına her zaman daha güçlü bir kaynak oldu benim için. "Ses" derken de ağırlıklı olarak müzik sonrasında da diğer düşünebileceğiniz tüm sesler geliyor.
En son 26 yıl önce dinlemiş olduğum bir şarkı beni 12 yaşıma, o zamanki dünyaya kısa sürede ulaştırabiliyor. Tabii ki o dünyanın ne kadarı "şu anki ben"in bir yaratımı bilemiyorum. Bildiğim tek şey o seslerin "şu anki ben"i bir şekilde dönüştürdüğü.
Bu durumu anne karnında diğer duyu organlarının aksine sesin, daha doğmamış insan yavrusu üzerindeki etkisiyle (oldukça yüzeysel ve sezgisel bir biçimde) açıkamak mümkün olabilir.
Bu konuda biraz araştırmak ve okumakta yarar var.

25 Ağustos 2011

Şaka

Geçmişimde, bugünümde hayatımda olan, eğer istersem her şeyi yapabileceğime dair mesnetsiz inancın bende yeşermesi için tohumlarını atanlar, hepinize sözüm: şaka mısınız?

//proje365 hakkında bilgi için...//

20 Ağustos 2011

"Hepimiz aynı gemideyiz"

Savaş, "vatan-millet"i de içeren her türlü aidiyet, ikiyüzlülük, hırs, yalan... Liste uzar gider ve sonrasında birileri çıkıp şöyle der: "hepimiz aynı gemideyiz."
Hangi gemide olduğumuz belli değil mi?


//proje365 hakkında bilgi için...//

19 Ağustos 2011

Anneannem

Sabah koşusunda gördüğüm, evinin önündeki begonvilleri kırk beş dakika boyunca sıkılmadan, dikkatlice sulayan bembeyaz saçlı yaşlı kadının anneannem olduğuna yemin edebilirdim.
Oksijen eksikliği mi yoksa başka bir şeyin etkisi mi bilmiyorum.



18 Ağustos 2011

Dünya daha da karanlık bir yer olmaya başlıyor

Gitgide daha karanlıklaşıyor dünya, doğru bildiklerinizi unutmaya hazır olun, en derinlere gizlediğinizi düşündüğünüz hırslarınızın, korkularınızın serbest kalacağı günler yakın. Şimdiden hazırlanın, yavaş yavaş bir başkası olmaya...
Artık bilinçdışınızla yaptığınız anlaşmanın sonuna geldiniz.


//proje365 hakkında bilgi için...//

14 Ağustos 2011

Tatil dönüşü

Tatilin rehaveti ve tatlı yorgunluğu, yemek boyunca içilen kırmızı şarabın da etkisiyle, kahveler geldiğinde bir sessizliğe neden olmuştu. Bu sessizlikte ertesi gün çıkılacak dönüş yolunun bir payı var mıydı bilinmez, fakat iki gece önce yine aynı masada, aynı insanlar, kısa bir süreliğine geride bıraktıkları "gerçek" hayatlarına geri döndüklerinde asla yerine getiremeyecekleri "önemli" kararlar almakla meşguldüler.
Belki de sessizliğin nedeni sadece buydu.



12 Ağustos 2011

Dil dertleri

"Nasılsın?"ın samimiyetsiz ve anlamsız bir soru olduğunu tüm dünyayla paylaştığım gün aklıma bir arkadaşımın bahsettiği bir başka dil derdi konusu geldi:
"Herhalde"

"Herhalde" ne demek?

Bu bileşik kelimeyi oluşturan iki farklı kelimenin bir araya gelmesi şu anlamı yaratmaz mı?
Her durumda! Yani, şüphe yok!

Peki gerçek anlamı nedir, genelde nasıl kullanıyoruz?
- Akşam geliyor musunuz?
- Herhalde geliriz!
- Yani?

9 Ağustos 2011

Nasılsın?

"Nasılsın?" nasıl bir sorudur?
"Nasıl" ne anlama geliyor ki "nasılsın?" anlamlı bir soru olsun.
Hele nezaket gereği genelde hiç düşünmeden bir çırpıda ağızdan çıkıveren bir soru olması daha da ilginç kılıyor durumu.
- Nasılsın?
- Etli, butlu, kanlı, canlı
- Nasılsın?
- Genelde nemrut...
- Nasılsın?
- ...!
"Nasıl" kelimesini TDK'da arayınca soru cümlesiyle ilgisiz sonuçlar çıkıyor. Başka sözlükler elbette başka sonuçlar verebilir. Buyurun siz de göz atın


Nasılsın sorusu anlamsız ve bu nedenlde de genek kullanımının aksine nezaketsiz bir soru. Yeni bir şey koymalı ortaya, en azından daha samimi...

Not: Bir Hakkı Devri uslubu hissettim yazımda, yazmış da oldum, neyse!

//proje365 hakkında bilgi için...//

7 Ağustos 2011

Teoman'ın hayal kırıklığı

Teoman'ın müziğini hiçbir zaman sevmedim. Çok sık dinlediğim söylenemez fakat orada burada duyduğum kadarı bir yargıya sahip olmama yeterli diye düşünmüşümdür.
Teoman'ın müziğini sevmediğim gibi dışarıdan göründüğü kadarıyla tanıyabildiğim Teoman'ı da hiçbir zaman sevmedim.
Neyse, bunların çok önemi yok, fazlasıyla öznel yargılar. Teoman'ın müziği bırakması da değil mesele...
Benim önemli bulduğum ve Teoman hakkındaki görüşlerimi gözden geçirmeme neden olan şey müziği bıraktığını açıkladığı metindir. (Eğer bu yeni bir pazarlama taktiği değilse, yani samimiyse, benim de kafamı kurcalayan noktalara değinmesi nedeniyle önemli bir metin.) Hakkında uzun uzun yazılabilecek bir metin. Sanatın ya da sanatçının ne olduğunu elbette Teoman'dan öğrenecek değilim fakat yaptığı işe yıllarını vermiş bir insanın hayal kırıklığını yansıtması bakımından önemli bir metin.
Teoman'ın web sitesinden yazıldığı orijinal halini buraya kopyalamak istedim fakat şöyle bir mesajla karşılaştım.
Dediğim gibi, eğer bir pazarlama cinliği değilse ilginç bir hal aldığı söylenebilir bu işin.
Bekleyip göreceğiz.



6 Ağustos 2011

Sus

Söyleyecek sözü olmadığında ya da susmak gerektiğinde susmalı insan.

4 Ağustos 2011

Karanlık

Bazen kendimi bomboş bir odada, yalnız olarak hayal ediyorum.
Aslında odanın boş olduğundan emin değilim, sadece o şekilde hayal ediyorum. Odada, bir yerlerden içeri sızan ışık beni rahatsız ettiğinde, gözümün önünde henüz belirmeye fırsat bulamayan pencerenin yerine tuğladan bir duvar örüyorum. Tüm pencereleri sırayla kırmızı tuğlalarla kapattıktan sonra kafamı yukarı kaldırıyorum. İşte o anda duvarlarla çevrelendiğini hissediyorum. Karanlığın ortasında yapayalnız olma fikri beni ürkütüyor. Sol tarafımdaki duvarın yüzeyinde küçük bir boşluk yaratıyorum. Etrafım hâlâ karanlık. Gece olmalı...
Gözlerimi sıkı sıkı kapıyorum.
Bir süre sonra, az önce üzerini kapattığım pencerenin tuğlasından bir ışık sızıyor. Ay çıkmış olmalı...
Birden kapı geliyor aklıma.
Gözlerimi sıkı sıkı kapıyorum.
Değişen bir şey olmuyor.
Bir defa daha deniyorum. Sonuç aynı.
Karşıdaki pencerenin tuğlasından içeri sızan ışıkla yaşamayı öğrenmelisin, diyorum.
Gözlerimi sıkı sıkı kapıyorum.
Kende kendimi onaylıyorum...



//proje365 hakkında bilgi için...//

2 Ağustos 2011

El

Otobüste, ayakta... Sıkışık ve nemli bir otobüs, havasız.
Sahibi belirsiz, yaşlı, büyük bir el. Uzun parmaklar, oturduğu koltuğun önündeki metal tutacağa uzanmış. Şoförün "ilerleyelim" çağrısına uyan kollar, göbekler, çantalar görüş alanına girip çıkıyorlar. El orada duruyor. Büyük bir el. Sahibi belli olmayan bir el. Bir sol el. Önündeki metale tutunuyor. Otobüsün sıkışık trafikteki hareketlerine tepki veriyor, o hareketlere uyum sağlamaya gayret ediyor. Frenle önce geriliyor, öne yaslanan sahipsiz bedeni durduruyor. Hareketlenmeyle birlikte metale daha sıkı yapışıyor.
Ele bir daha bakıyor. Üç yıl önce ölen dayısı aklına geliyor. Kocaman bir adam. Son günlerinde ona sarılarak, sarsılarak ağlayan kocaman bir adam. Neden tüm bunlar şu anda oluyor! Önünden kollar, bedenler, çantalar geçiyor. Bir ara, elin sahibinin sahipsiz yüzünü görebileceği bir boşluk oluşacak gibi hissediyor.
Bir damla gözyaşı... Tanımadığı insanlarla dolu otobüsün içinde ağlamaya başlıyor. Sahipsiz koca elin sahibinin bakışlarıyla tanışmamak için ilk durakta yağmurun serinletici damlalarında teselli bulmak için kendini dışarı atıyor.


//proje365 hakkında bilgi için...//