18 Ekim 2010

sırlar perdesine dönen blog...

Hafta sonu şöyle bir baktım son blog yazılarına. Şunun sırrı, bunun sırrı, işi iyice gizeme vermişim. Bu da yaptığım yanlışlardan biri! Dikkat etmek lazım. Hele etrafta iyi blog yazımıyla ilgili bir sürü yazı varken... Evet, bir sürü yardımsever blog kişisi, nasıl iyi blog yazılır, nasıl kitleler sürüklenir gibi öğütler veriyorlar. Her şey iyi, güzel hoş da, bir allahın kulu da iyi blog okuru nasıl olunur ondan bahsetmiyor. Yani herkes mükemmel blogları yazsın, yayımlasın, ama ortada iyi blog okurunun kim olduğu konusunda net bir açıklama olmasın! Bence olmaz.

Bence iyi bir blog okuru öncelikle okuduğu blog kişisini takip eder, bunu blog kişisine bildiren gerekli eylemleri yapar, gerekli yerlere tıklar (bu arada psikolojik sınır olan -yazıyla yedi yüz, sayıyla 700- takipçiden çok uzaktayım, bakınız bir önceki blog yazısı. Meraklısı için açkıklayayım, takipçi sayım 5'tir, an itibariyle). İyi blog okuru daha sonra da takip ettiği blog kişisiyle bir nevi diyaloga girer (tabii tam anlamıyla diyalog olarak tanımlanmayabilir bu ilişki), yani yazdıklarına ilgili-ilgisiz bir yorum yazar. Son olarak da takip ettiği blog kişisini kendi dahil olduğu sosyal ağlarda tavsiye eder ("şöyle şahane böyle şahane yazıları var bu kişinin" der ya da kısaca, herhangi bir yorum yapmadan üzerinde "paylaş" gibi kelimeler yazan linklere basma eylemini gerçekleştirir.

İşte, aslında kısa vadede benim "iyi blog okuru"ndan beklentim budur.

5 yorum:

Adsız dedi ki...

Sevgili Cem Bey,

Bu yazdığınız blog yazısı da (her ne demekse, blog yazısı... Hazır parantez açmışken şunu da söylemeden geçemeyeceğim,ciddiyeti olan bir sanatçı olduğunuzu açıklıkla gösteren internet sitenizi kapatıp yerine daha az ciddiyetsiz olan -yanlış anlamayın sizin şahsınıza demiyorum ciddiyetsiz diye, genel olarak bloglarla ilgili konuşuyorum- blog sayfası açmış olmanızı yadırgamış bulunuyorum)yeni ilginçliklerinizden sanırım (cümlenin başı bir yerde sonu bir yerde oldu ama, söz konusu bir bloga yazmak olunca daha az dikkat ediyor insan).

Kitaplarınızı daha önce hiç okumamış birisine hem de önsöz yazmak hakkında en ufak bir fikri bile olmayan birisine, yani bana, kitabınıza önsöz yazdırdığınızı düşününce, evet siz gariplikleri ve garip oyunları ile okurların gönlünde (okur olduktan sonra kaç tane olduğu fark eder mi azizim? -samimiyetimin kusuruna bakmayın- Sizi takip eden kişilere, 5 kişi bile olsa, haksızlık yapmış olmuyor musunuz? Şahsen ben sizin önsöz yazarınız olarak alındığımı söyleyebilirim) taht kurmuş olan ve kuracak bir şahsiyetsiniz.

Şunu söylemeden bitirmek istemiyorum, sizi eleştirir gibi konuştuğuma bakmayın sakın (eleştirdiğim noktaları inkar ediyor değilim o ayrı mesele). Yeniliklere açık bir okurum, bunu en iyi siz biliyorsunuz.Bu küçük yazı da yeniliklerinizi kabul edebildiğimin bir göstergesi.

Son olarak, blog sayfanızın başarılı bir şekilde devam etmesini ve size yeni okurlar kazandırmasını diliyorum...

Saygılarımla,
Hayri Gemici

tuğba çelik dedi ki...

İyi bir blog okuru, takip ettiği blog yazarına onun kendi kendine yazmadığını, yazdıklarının birilerince okunduğunu gösterir yorumlarda bulunmalıdır. Yazıyı okuyup içinden "ne güzel de yazmış "deyip geçmemelidir. Neden? Çünkü bu kitap ya da dergi değil ki? insan bu iklimde muhatabıyla etkileşimde bulunmak istiyor... Şahsen benim tek ölçütüm bu tepki verme meselesi...
Asıl sorun şu Sayın Cem Uçan: Blog yazarının psikolojik sınırı neden olsun? Bir blog yazarı olarak psikolojik sınırımın olmadığını fark ettim ve bu duruma içerlemeli miyim bilemiyorum. Beş kişiden biri olarak tez zamanda psikolojik sınırınıza erişemezseniz blog yazmaktan da vazgeçeceğinizden endişe duyuyorum. Tez canlı olduğunuz fikrine kapıldığımı arz ederek bu halden sıyrılmanızı ümit ediyorum Sayın Cem Uçan. Lütfen daha çok blog yazısı... Burası Ankara okumaktan daha eğlenceli bir şey yok :( :(

Aylin Sokmen dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Aylin Sokmen dedi ki...

hayri gemici güzel bir noktaya parmak basmış... blog demeyelim sayfanıza, bu bir humorlog olsun, hlog. türkçesi: gülmece kütüğü.

(çöp kutusuna basar basmaz emin misiniz demeden yorum gitti, bir daha koymak zorunda kaldım, ama aynen değiştirmeden koydum, yazdığım yukarı tarafta, bu da açıklama parantezi, bunu yazmamıştım.)

Murat Turan dedi ki...

Yazarlık ve okurluk bu kadar birbirine geçmişken bir kimlik bunalımına, bir rol karmaşasına girmemek marifet istiyor. Hele bir de okuru olduğu bloga yorum yazarak katkıda bulunursa aynaya baktığında ne görmeyi beklemeli kişi? Böyle sorular ne yazık ki düşünen beyinleri meşgul ediyor. Parmaklar klavyeye uzanmıyor. Onun yerine "şöyle olsa böyle olsa" veya "ben de yazsam... ama ne yazacağım" gibi düşünce parçaları belli belirsiz yüzeye çıkıp geldikleri gibi gidiyorlar. Anlayınız halden.